27 Ocak 2023, Cuma
  • EnglishEnglish
  • Login
Jailed Journos
Jailed Journos
  • Anasayfa
  • Biz Kimiz?
    • Neler Yapıyoruz?
  • Tutuklu Gazeteciler Listesi
  • Haberler
    • Gündem
    • Haberler
    • Karikatürler
    • Videolar
  • Cezaevi Gündemi
    • Yazılar
    • Mektuplar
    • Videolar
  • Raporlar
  • İletişim
No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Biz Kimiz?
    • Neler Yapıyoruz?
  • Tutuklu Gazeteciler Listesi
  • Haberler
    • Gündem
    • Haberler
    • Karikatürler
    • Videolar
  • Cezaevi Gündemi
    • Yazılar
    • Mektuplar
    • Videolar
  • Raporlar
  • İletişim
No Result
View All Result
Jailed Journos
No Result
View All Result
Home Haberler

SANSÜRÜN YAZMA İSTEĞİNİ YOK ETTİĞİ YAZAR

18/08/2018
0 0
A A
0
Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş
Matbaa teknolojisinin Osmanlı Devleti tarafından resmî olarak kabulü ve kullanılması bilindiği gibi iki asır gecikti.

Avrupa’da Reform ve Rönesans hareketlerinin gelişip ilerlemesinde büyük katkılar sağlayan matbaa bizim topraklarımıza çok geç ulaştı

Sanmayın ki böylesine ürkütücü bir gecikme, arayı kapatmak isteyen bir okuma iştahına yol açtı; asla, hiçbir zaman yol açmadı.

Aksine, çok ürkütücü bir kitap düşmanlığı yarattı.

Basın tarihini yeniden incelerken kitap düşmanlığında çok çarpıcı örneklere rastladım. Kitap düşmanlığının kökenlerini bir kez daha keşfettim. Bir toplumda baskı ve sansür koyulaştıkça kitap düşmanlığının da azmanlaştığını gördüm.

Kendi yaşamımda da kitap fobisi ile ilgili ağır örneklerle karşılaştım. Bunlardan biri 12 Mart 1971 Darbesi ertesi baba evinden toparlanan 41 kitabın macerasıdır.

En taze ve sonuncusunu ise Silivri Cezaevi’nde yaşadım. İdare, 2007 yılında yani tam on bir yıl önce yazdığım Marksist-Liberal kitabını bana vermeye çekindi. Yazdığım her dilekçeye “incelemede” olduğuna dair yanıt aldım. Kendi yazdığım kitaba ulaşamadım.

***

Sansür ve baskı sadece basılı kitaplara düşmanlık yapmıyor, bir de görünmeyen yan etkiler doğuruyor. Toplum okumadan kesiliyor. Yazarların da yazma iştahı eksiliyor. Bu travmaların izlerini geriye doğru sürünce karşınıza II. Abdülhamid ve istibdat dönemi çıkıyor.

Padişah II. Abdülhamit’in 1908’te İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar süren, İstibdat Dönemi’nde üç tür sansür uygulanır:

1-Türkçe ve azınlıkların dilleriyle yayımlanan gazetelerin sansürü:

Bu sansürün uygulanması amacıyla 1878’de kurulan sansür heyeti, İçişleri Bakanlığı İç Basın Müdürlüğü’ne bağlanır. Gazetelerin yazı işleri müdürleri, gazeteye girecek bütün yazıların provalarını her akşam sansür kuruluna sunmaya başlarlar. Sansür memurları, gerekli gördükleri yazı, paragraf, cümle veya kelimeleri çıkardıktan sonra provaları gazeteye geri gönderirler.

2-Türkiye’de ve dışarıdan gelen yabancı dillerde basılan gazetelerin sansürü:

Bu yayınların sansürüyle Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Matbuat-ı Hariciye Müdürlüğü görevlendirilir. Yabancı ülkelerden gönderilen yayınlar daha gümrükten geçmeden memurların kontrolünden geçer.

3-Yerli ve yabancı kitap sansürü:

1880’de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak Encümen-i Teftiş ve Muayene Kurulu kurulur. Kurul, siyasal olmayan sürekli yayınların ve kitapların sansürü ile ilgilenir. 1897’de yine Milli Eğitime bağlı olarak Tetkik-i Müllefat Komisyonu (Yazılmış Kitapların İncelenmesi) ile Kütüb-ü Diniye ve Şeriye Tetkik Heyeti (Din Kitaplarını İnceleme Kurulu) kurulur.

***

Sansürün yazma isteğini yok ettiği yazarlardan biri de Halid Ziya Uşaklıgil’dir.

1866 yılında doğup, 27 Mart 1945de ölen Halid Ziya Uşaklıgil Servet-i Fünun  ve Cumhuriyet döneminin en önemli Türk romancılarındandır.

Servet-i Fünun edebiyatının en büyük nesir ustası kabul edilir.

İlk büyük Türk romanı olarak kabul edilen Aşk-ı Memnû’nun yazarıdır.

Türk romanının gerçek anlamda Batılı bir kimlik kazanmasında çok büyük katkısı olmuş bir yazardır.

***

Batı etkisindeki Türk edebiyatının önemli safhalarından biri Servet-i Fünun Edebiyatı’dır. Kısa sürmüş olmasına rağmen edebiyatta çok ciddi bir aşama olarak görülür.

Tabii ki Servet-i Fünun’un edebiyat anlayışı dönemin koşullarından bağımsız değildir. Hatta tam tersine tam da dönemin siyasi koşullarının bir sonucudur.

Servet-i Fünun dönemi 1896 – 1901 yılları arasındaki beş senelik dönemdir.

Daha önceki dönemde toplumu aydınlatmaya çalışan edebiyatçılar bu dönemde iyice susturulur. Çünkü devlet muhalif ses duymak istemez. İstibdat yani baskı toplumun her kesimine sirayet etmiştir.

***

Servet-i Fünun sanatçıları ise böyle bir baskının sonucunda doğan ümitsizlikle toplumsal odaklı anlayış terk edip, daha pür bir sanat anlayışına yöneldiler. Siyasal konulardan uzaklaştılar. Daha nitelikli ve yüksek düzeyli bir estetik ve sanat anlayışına öncülük ettiler.

Halit Ziya Uşaklıgil bu dönemin en parlak yazarlarından oldu.

Gel gör ki kaçınılmaz Abdülhamit sansürü Serveti Fünun dergisini de vurdu.

Önce Servet-i Fünun’da yazan İsmail Safa sürgüne gönderildi. Bunun üzerine Halit Ziya roman tefrika etmek dışında hiç yazı yayımlamadı.

Ancak sansür daha da tırmandı.

1901’de Hüseyin Cahit’in “Edebiyat ve Hukuk” adlı yazısı nedeniyle Servet-i Fünun kapatıldı ve topluluk dağıldı.

Bu, Halit Ziya Uşaklıgil’in küsüp, susmasına neden oldu.

***

Uşaklıgil, anılarını kaleme aldığı Kırk Yıl adlı kitapta susmayı tercih ettiği dönemi şöyle anlatır:

“Son büyük hikâyem Kırık Hayatlar’ın tefrikası bir yaza rastlıyordu, ben de hasta çocuğumla uğraşarak o yazı Büyükada’da geçiriyordum; zaten memleketin havasından, hususi hayatımın içine zehrini akıtmaya başlayan bir matemin kokusundan, bir de sanat ve fikir dünyasının üzerine çöken şu kara buluttan öyle bezgin hâldeydim ki, bir gün karşıma sansürde delik deşik olmuş bir müsveddeyi neşredilecek bir şekle çevirmek için uğraşırken birden durdum.

Donuk bir beynin içinde bir sorgu, sanki bulanık bir su içinde kıpırdanan bir mahlûk vardı: Ne için?

Bu sorgunun bezginlik içinde verilecek cevabını kestirmek zor değildir.

Kalemimi, kırgınlığımın olanca şiddetiyle kırmızı kalemle çizilmiş olan bir fıkranın ortasına sapladım; kalem o fıkrayı, altında kâğıtları da delerek tahtaya geçip orada birkaç saniye, sanki can acısıyla sızlayarak titredi.

Kırık Hayatlar orada böyle belinden saplanarak yaralayan bir hançerle vurulup kaldı, ta uzun yıllardan sonra tekrar canlanıp dirilinceye kadar…

O günden sonra kırılmış kalemin edebiyatla bir ilişiği kalmadı; yıllarca da Meşrutiyet’in ilanına kadar, ne basılmak ne saklanmak için edebiyatla ilişiği olabilecek tek bir satır yazmadım.”

***

Bu topraklar zehrini akıtmaya başlayan baskı ve sansür mateminin kokusunu hep duydu.

Hep duyuyor.

Yazı: Mehmet Altan, P24

http://platform24.org/yazarlar/3256/ikinci-abdulhamid-in-ask-i-memnu-ya-attigi-krose

Kategoriler

  • Cezaevi Gündemi
  • Genel
  • Gündem
  • Haberler
  • Karikatürler
  • Manşet
  • Mektuplar
  • Raporlar
  • Videolar
  • Yazılar
  • Anasayfa
  • Biz Kimiz?
  • Tutuklu Gazeteciler Listesi
  • Haberler
  • Cezaevi Gündemi
  • Raporlar
  • İletişim

© 2023 JNews - Premium WordPress news & magazine theme by Jegtheme.

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Biz Kimiz?
    • Neler Yapıyoruz?
  • Tutuklu Gazeteciler Listesi
  • Haberler
    • Gündem
    • Haberler
    • Karikatürler
    • Videolar
  • Cezaevi Gündemi
    • Yazılar
    • Mektuplar
    • Videolar
  • Raporlar
  • İletişim

© 2023 JNews - Premium WordPress news & magazine theme by Jegtheme.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

This website uses cookies. By continuing to use this website you are giving consent to cookies being used.