15 Temmuz’dan sonra tutuklanan ve yazdığı köşe yazılarıdan dolayı 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılan kapatılan Zaman Gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne’nin kızı Sıla Türköne, babasını yazdı.
Sosyal medyada yayımladığı ve “Silivri’ye, gökyüzüne, salkım söğüte ve bize dair” başlığı ile paylaştığı yazıda Türköne, 3. kez yeni yaşına cezaevinde giren babasıyla aralarında geçen bir diyalogla başlıyor ve ayrı kalma sürecini anlatıyor.
İşte Sıla Türköne’nin duygu yüklü yazısı:
– Çim sahaya çıkarıyorlar artık bizi.
– Futbol oynuyor musunuz?
– Hayır ama gökyüzünü daha çok görebildiğimiz başka bir yer yok.
Bu diyalog geçen haftaki görüşte babamla konuşmamızın arasında geçen bir diyalog. Gökyüzüne doya doya bakamadığı tam 700 küsür günün sonunda onun için büyük bir mutluluk olmuş bu çim saha gezintileri. 80’de daha az yattığı cezaevi tecrübesini anlatırken de adliyeye götürülürken aracın küçücük penceresinden gördüğü bir salkım söğütten bahsederdi hep. Cezaevi günlerini hep o salkım söğütle hatırlardı. Peki gökyüzünde ve salkım söğütte gördüğü şey neydi? Bence umut. Allahın mucizelerine bakmak umut verir insana, peki bu insanların umutlarını elinden almak nasıl bu kadar kolay oluyor? 2 sene olacak birkaç gün sonra, 2 senedir bir umuda tutunmak için çaba harcadık, bizler hikayenin görünmeyen kısmındaki tutuklu yakınları olarak, her boşa çıkan umuttan sonra biraz daha yıkıldık. Ve şimdi galiba umudumuzun sonlarına geldik. Bu umut öyle bir şey ki yalnızca kendimize dair bir umut değil, yaşadığımız hayata, geleceğimize dair de bir umut aynı zamanda. Üzülerek söylüyorum benim bu ülkeye dair umudum yok. Şimdi biraz bu 2 senede olanlardan bahsetmek istiyorum. Niyetim duygu sömürüsü yapmak değil, sadece empati kurabilenlerin vicdanlarına seslenmek. Biliyorum ki babamın bu hayatta yapmamı istediği son şey duygu sömürüsüdür.
Çok büyük bir engel çıkmadıkça 2 sene boyunca her hafta Silivri’ye babamı görmeye gittim. Çoğu gidişimde daha umutlu ayrıldım yanından, çünkü o, bu hayatta tanıdığım en güçlü insan. Biz ona güç vermedik, o bize güç verdi. Hatta sırf güç versin diye gittiğim zamanlar da oldu. Annesinin ölüm haberini ben verdim, hayatımın en kötü günüydü diyebilirim, çünkü o güçlü adam bir anda yıkıldı, ve daha önce hiç görmediğim kadar gözyaşı döktü karşımda, aramızda cam vardı, sarılamadım, gözyaşlarını silemedim. Cenazeye katılmak için 18 saatlik yol gittiği cezaevi aracında ne yazıkki bu sefer salkım söğüt görebileceği küçük bir cam bile yoktu. Başka bir tutuklu yakınından duyduğuma göre “tabut” derlermiş o araçlara. Sizi yaşarken tabuta koydular mı bilmiyorum, ama düşüncesi bile tüylerimi ürpetti benim. 2 senede 1 cenaze oldu, 1 düğün. Küçük kızının evlendiği gün yanında olamadı. Umudu vardı, “siz nikah günü alın, ben çıkarım o zamana” dedi. Beni babamdan istemediler, galiba hayatımın en büyük yarası da bu oldu. Mutlu olmak için attığım adımlar hep buruk oldu bu yüzden, düğün yapmadık. Şimdilerde umudumuz ise “çıkınca köyde kır düğünü yapacağız, karşılıklı oynayacağız” oldu. Dedim ya salkım söğüt ve gökyüzü oldukça umudumuz da hep olacak, çünkü biz Allah’ın mucizelerine ve adaletine inanıyoruz. Ve bu 2 senede hayatlarımızdan çaldıkları her an için de, bunu yaşamamıza sebep olanlara hakkımızı helal etmiyoruz.