Son dönemde dillerde en çok dolaşan sözlerden birisi Ahmed Arif’in ‘Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, bahçeleriniz bahar görmesin.’ ifadeleri olsa gerek. Çünkü tam bugünleri anlattığı gibi duygulara da tercüman oluyor. Devleti ele geçiren zalim bir güruh, kanun nizam tanımadan hak hukuk demeden ve bütün kutsalları yok sayarak nicedir gül bahçesinde tankla geziyor. Çiçeklerden o kadar nefret ediyorlar ki, yeniden filiz verir korkusuyla üzerinde tepindikçe tepiniyorlar.
İşte o gül gibi insanlardan biri iki haftadır aklımdan çıkmıyor. Silivri Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan ve 1 yıldan fazla komşuluk yaptığım gazeteci Serkan Sedat Güray’dan bahsediyorum. Benim yakinen cezaevinde tanıdığım Güray’ı aslında çoğu kişi bir zamanlar Burç FM ve daha başka birçok radyo kanalından yayılan özgün sesinden tanıyacaktır.
3 yıldan fazladır hapiste bulunan Güray’ın 6 ay önce gerekçesiz olarak tek kişilik hücreye alındığı ve dilekçelerine cevap verilmediği yansımıştı haberlere. Bunu öğrendiğimde benim dilimden de Ahmed Arif’in o dizesi döküldü. Ve insan sormadan edemiyor: ‘Gül gibi bir adamdan, çiçek misali insanlardan ne istiyorsunuz?’
Serkan Sedat Güray, hücre cezasının sebebine ilişkin sadece tahminde bulunabiliyor ve hak ihlallerine karşı yazdığı dilekçelerden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyor. Elbette haklıdır ama komşuluk yaptığımız dönemde şahit olduklarıma dayanarak ben de tahminlerine katkıda bulunmak istiyorum. Önce biraz cezaevindeki tanışıklığımızdan ve geçirdiğimiz günlerden bahsetmem gerekir.
Silivri Kapalı Cezaevi, birçok bloktan oluşan devasa kampüs içinde 9 No’lu diye bilinen, güvenlik tedbirleri ve tecridin en sıkı uygulandığı yerdir. Orada kalanlar tek kişilik veya 3 kişilik hücrelerde tutulur. Dolayısyla komşu koğuşlara gelen yeni bir ses, farklı bir isim heyecan doğurur, hemen irtibat kurmaya çalışırsınız. Güray, tutuklandıktan bir süre sonra 3 kişilik hücrelerden birine getirilmiş ve komşumuz olmuştu. O gün havalandırmadan seslenip hem geçmiş olsun dileklerimizi ilettik hem de kendisiyle tanıştık.
Yerdeki mazgala doğru eğilerek yaptığımız bu ilk konuşma normalden uzun sürdü. Zira karşımdaki kişi yıllardır radyolardan aşina olduğum sesin sahibi ve bir meslektaşım çıkmıştı. Hemen ifade edeyim Güray, aynı zamanda devlet memuru olduğu için radyolarda Oğuz On ismini kullanıyordu ve ben bunu ilk orada öğreniyordum. Cezaevi ortamında hoş bir sürpriz olmuştu benim için.
Meslektaş olmanın da etkisiyle sonraki günlerde mazgal sohbetlerimiz devam etti. Cezaevinde komşularla selamlaşmak bir ihtiyaçtır ve adettendir ama bizim görüşmelerimiz günlük rutinler arasına girmiş, hatta çoğu zaman sabah akşam olmak üzere iki vardiyaya dönmüştü. Üst tarafı dikenli tellerle çevrili cezaevinin o yüksek duvarını yumruklayıp ‘Mehmet Bey!’ diye yüksek sesle çağırması ömür boyu unutamayacağım huzurlu bir ses olacak.
Yeri gelmişken bir hatıramı da paylaşayım. Güray ile birbirimizin simasını görmeden konuşmalarımız yaklaşık 3 ay sürdü. Haftalık ziyaretçi veya telefon görüşmelerine aynı dakikalarda çıkmamıza rağmen gardiyanlar koridorda birbirimizi görmeyelim diye ustaca ayarlamalar yapıyordu. Bir gün nasıl olduysa ziyaretçi dönüşü bu ayarı tutturamadılar. Biz odamıza dönerken onlar da yanyana olan kapılarımızın önünde gardiyanı bekliyordu. İlk kez görmenin heyecanıyla olsa gerek gayrı ihtiyari Güray’la tokalaşmak için elimi uzattım. Bize refakat eden gardiyan aramıza öyle bir atıldı ki sanki bomba görmüş de onu engelliyor gibiydi. Belki sadece bir kuralı uyguluyor olabilirdi ama gerçek terör suçlamasıyla orada bulunan başka tutuklulara nasıl davrandıklarına da biz şahit oluyorduk.
Komşularla görüşmeler aynı zamanda birbirinizin durumunu takip etme imkanı verir. Hastalıkları, ailevi konuları konuşur, iddianameleri savunmaları tartışırsınız. Ne zaman hastaneye gideceğini, mahkeme günlerini bilirsiniz. Güray’ın iddianamesi uzun süre hazırlanmamıştı. 20-30 kişilik dosyaların iddianamesi bile yaklaşık 10 ayda çıkarken, ki bu da normalde çok uzundur, Güray dosyasında tek olmasına rağmen tam 16 ay iddianame bekleyecekti. İlginçtir daha iddianame ortada yokken bir gün Güray’ın Silivri’den 100 km ötedeki Anadolu Adliyesi’ne götürüldüğünü öğrendik.
Ertesi gün sebebini sorduğumuzda savcılığa götürdüklerini ve dosyasına bakan savcının bazı sorular sorduğunu, bir takım isteklerde bulunduğunu söyledi. Tutuklandıktan aylar sonra cezaevinden savcıya sanık götürme, o güne kadar pek duyduğumuz uygulama değildi. Güray o gün pek ayrıntı vermedi ama sonradan edindiğim bilgilere göre savcı kendisinden dosyadaki iddiaları kabul etmesini, dahası ‘itirafçı’ olmasını istemişti. Elinde iş görüşmesine ait telefon aramalarından başka ‘delil’ olmayan savcı, tutukluluğu bir şantaj aracı olarak kullanıyordu aslında. Yoksa, bir iddianame yazmak için 16 ay neden beklesin!
Savcının bu baskısı ilk değildi. Güray’ı tam 17 gün gözaltına bekletmişti mesela. O günlerde üstü kapalı ve açıktan bu baskıyı hissettirmişti kendisine. Tutukluluğunun ilk 2 ayında tek kişilik hücreye alınması da yine bu şantajın bir sonucuydu. Hatta avukatı üzerinden benzer haberler gönderecekti. Sonuç alamayınca Güray’ın eşine ‘İtiraf etsin eve göndereyim’ diyecekti.
Peki neyi itiraf edecekti Güray? Elbette savcılığın uydurduğu ‘medya imamlığı’ iddiasını. Serkan Sedat Güray, radyoda birçok programın yanında güncel, siyasi röportajlar da yapıyor, bazı akademisyen ve gazetecileri konuk ediyordu. Mümtaz’er Türköne, Ali Bulaç, Ekrem Dumanlı ve Nazlı Ilıcak gibi tanınmış isimlerle program öncesi telefon görüşmeleri yapmıştı. Savcıya göre bu görüşmeler Güray’ın ‘medya imamı’ olduğunun kanıtıydı. Ama ucuz bir kurnazlığa da başvuruyordu savcı; Güray’ın en çok program yaptığı Ahmet Taşgetiren’i saymıyordu. Çünkü iktidarın yanında yer alan Taşgetiren’i listeye koyması iddiasını tamamen çürütecekti. Tabi ki Güray deli saçması bu iddiaları reddecekti.
Güray’ın özel olarak hedef alınmasının da bir sebebi var aslında. Daha 15 Temmuz’dan aylar önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ailesine yakın kişilerin yönettiği operasyonel ‘Medyagündem’ isimli site tarafından hedef gösterildi ve Mart 2016’da gözaltına alındı. Cumhurbaşkanı ve MİT Müsteşarı hakkında ‘hakaret’ içerikli paylaşımlar yapan bir Twitter hesabını yönettiği iddia ediliyordu. Ancak Güray bu iddiaları kabul etmedi ve bir kanıt da olmayınca savcılıktan serbest bırakıldı.
Belli ki, hukuki olarak Güray’dan bir suçlu çıkaramayan arkasından onu ‘itirafçı’ yapamayan odaklar hırsını keyfi cezalar vererek çıkarmaya çalışıyor. Düşünsenize, hem suçlu değil, hem itirafçı olmuyor, üstüne bir de dilekçe yazıp haklarını arıyor. Doktor raporuna rağmen ölüm döşeğindeki hastaları tahliye etmeyen, binlerce tutukluyu korona virüsünün kucağına terkeden yargıya kafa tutmak kimin haddine!
Serkan Sedat Güray, eğitim ve meslek hayatı başarılarla dolu bir isim. Bilkent Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olan Güray, İngilizce öğretmenliğinin yanında radyoculuk yaptı. 1993 yılında Burç FM’de haber sunucusu olarak gazeteciliğe başladı. Ardından Radio Blue, Radyo Bilkent, Dünya Radyo, Power FM, Capital Broadcasting Network ve Samanyolu News Radio gibi popüler radyo kurumlarında özgün programlara imza attı. 2007 yılında The GTN Avrupa Radyo Ödülleri Komitesi tarafından Avrupa’nın en iyi program yapımcısı seçildi. Ertesi yıl Türkiye Ulusal Radyo Yayıncıları Birliği’nce en iyi radyo tiyatrosu yapımcısı ödülünü aldı.
YAZI: MEHMET ÖZDEMİR / TR724
https://www.tr724.com/o-gazetecinin-neden-hucreye-atildigini-biliyorum/