Ben bir hukukçuyum. Bu demektir ki; hukuku nerede bulursam yüzümü o tarafa çeviririm. Ve bana bütün eğitim ve meslek hayatım boyunca hukuku nerede bulabileceğine dair adresler verilir; ilk derece mahkemeleri, temyiz mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi, uluslararası mahkemeler.
Bir avukat olarak adaleti sadece duruşma salonlarında aramamayı da öğretir zaman. Mahkemelere takılan hukuku, adliye koridorlarının dışında aramaya hakkım vardır.
Uzun zamandır ülkemde yaşanan hukuksuzluklar can yakıyor. Dostlarımız, müvekkillerimiz dahil binlerce insan gerekçesiz, delilsiz hapislerde tutuluyor. Hatta meslektaşlarımız mesleki faaliyetleri nedeniyle hapislerde; ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı dahil.
Hukuk açlıktan öte, susuzluk halini aldı artık. Çünkü adil yargılanmak için açlığıyla ölüme yürümüş bir avukatın utancı bastırıyor açlığımızı, açlık durumu anlatmaya yetmiyor.
Bu nedenle, önce AİHM’nin Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili verdikleri, birer hukuk manifestosuna benzeyen ihlal kararları beni de çok sevindirdi. Her ikisinin de yaşadığı hukuksuzluk hem birer sembol, hem de kendileri gibi olan herkes için umut taşıyor. Hapiste ziyaret ettiğimde, onların bana verdiği umuda karşılık verecek bir şey götürebilmek de iyi geliyor açıkçası.
AİHM ihlal kararları uygulanmayıp, her ikisi de serbest bırakılmayınca, bir kaç gün önce Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin aldığı “derhal uygulayın” kararlarını da aynı sevinçle karşılıyorum.
Benim ülkem çağdaş, evrensel hukuk ilkelerinden taviz verilmeyen bir dünyanın parçasıdır, gelen geçen iktidarlar bunu asla değiştiremezler; bundan kuşku duymuyorum. Hukukun asla ölmeyeceğinden, bazen uyusa da, bir gün mutlaka uyanacağından kuşku duymadığım gibi.
Ancak, bir yerlerde çok büyük bir hata var. Bir yerlerde çok büyük bir haksızlık var daha açık söylersem. İç hukuk yollarını tükettiğimizde başvurduğumuz AİHM de bana hukuku vermediğinde ne yapacağımı kimse söylemiyor çünkü.
Ahmet Altan dosyasından bahsediyorum. Ahmet Altan 10 Eylül 2016’da gözaltına alındı, 23 Eylül 2016’da tutuklandı ve o tarihten beri Silivri 9 No’lu Cezaevinde. Ağırlaştırılmış müebbet verdiler, neyse ki Yargıtay bu kararı bozdu. Ama, “üye olmamakla birlikte yardım” gibi, Türkiye’nin uygulama biçiminin çokça eleştirildiği bir maddeden rekor bir cezaya hükmedildi; 10.6 yıl.
Örgüt üyelliğinden çok daha az cezalar verilirken, Ahmet Altan hakkında “üye olmamakla birlikte yardım”dan bu kadar yüksek bir cezaya hükmedilmesinin hukuki ya da akla uygun bir gerekçesi yok elbette. Ve üstelik, muhtemelen bu suçtan hala hapiste olan tek kişi kendisi.
Bu arada hüküm verildiğinde tahliye edildi elbette, ama “harici davranışları” birilerinin hoşuna gitmediği için yeniden tutuklandı. 5 yıla yakın bir zamandır da hapiste.
Anlatmak istediğim davanın detayı ve Türkiye’de yaşanan hukuksuzluklar serisi değil aslında, daha tuhaf bir şeyden bahsedeceğim.
Ahmet Altan, aynı dosyada yargılandığı kardeşi Mehmet Altan’la aynı tarihte, 12 Ocak 2017’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. Her ikisinin dosyası “bağlantılı dosya” olarak görünüyor.
Mehmet Altan’la ilgili 20 Şubat 2018 tarihinde ihlal kararı verildi. Mehmet Altan ayrıca hakkındaki suçlamalardan da beraat etti sonrasında.
Ve fakat , “bağlantılı dosya” olmasına rağmen, Ahmet Altan hakkında AİHM’nden ses çıkmadı bugüne kadar. İnsan sormadan edemiyor; “Ahmet Altan dosyasına ne oldu?”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6/1 maddesi kişilerin makul süre içinde yargılanması hakkını düzenler. Peki, AİHM bizzat sözleşmeye uymaz, bağlantılı dosyada üç yıl önce ihlal kararı vermişken, diğer başvurucu olan Ahmet Altan için bunca yıldır ses çıkarmazken, bizzat kendisi sözleşmeyi ihlal etmiş olmuyor mu? İç hukukta bulamadığımız hukuku uluslararası mahkemelerde ararken, AİHM’de bulamadığımız hukuku nerede arayacağız, var mı bir adres?
Ve bu arada, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, yani AİHM kararlarının uygulanmasını denetleyen mercii, konu Ahmet Altan olunca bir şey söylemezse ne yapacağız? Üstelik, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarında Mehmet Altan kararına da atıf yapmasını nasıl yorumlamak gerekiyor?
Haksızlıklar ve hukuksuzluklar söz konusu olduğunda ülkemdeki iki yüzlülük artık beni şaşırtmıyor, çok öfkelendirse de. Siyasetin hukukun üstünde kara bir bulut gibi dolaştığını biliyorum. Sadece bazı sembol isimler değil, farklı kesimlerden binlerce insan aynı biçimde hukuksuzluklarla boğuşuyor. Ve bu sırada herkes kendi mahallesini yangından korumaya çalışırken, öteki tarafa ne olduğunu umursamıyor.
Konu Ahmet Altan olunca, kendine demokrat-hak savunucusu diyen insanların aynı sessiz ahlaksızlıkta birleşmesine de şaşırmıyorum. Tarih, onun gibi entelektüellerin yalnız kavgalarının ihtişamını çıkardığınızda bir hiçtir nihayetinde. Üç yazısı nedeniyle beş yıldır hapiste tutulan bir romancının gölgesinin karanlığında önünü göremeyen bu toplum bunun bedelini bir gün öder mutlaka.
Ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Parlamentosu gibi uluslararası kurumların derdi ne olabilir, var mı söyleyecek kimse?
Böyle bir ayrımcılık, her birinin dünyaya gönderdiği insan hakları, demokrasi ve hukuka dair mesajın güvenilirliğini lekelemiyor mu?
Bir kaç tane insan hakları örgütü, ya da çeşitli ülkelerdeki PEN örgütleri-Türkiye hariç- ve insan hakları savunucularının bireysel çabası yeter mi?
Soru çok basit aslında?
Kim neyi bekliyor ve neden bekliyor?
Türkiye’ye Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala üzerinden haklı olarak hukuk ve demokrasi çağrısı yapan Avrupa Parlamentosu ya da Bakanlar Komitesi neden dönüp kararlarının uygulanmasını denetledikleri AİHM’ne bu soruyu sormuyor?
Eğer birileri, verilenle yetinip “hukuk geldi” gibi yapacağımızı sanıyorlarsa çok yanılıyorlar.
Siyasi pazarlıklar, dengeler umurumda değil.
Sorması gereken herkes aynı soruyu sorana dek, Ahmet Altan’la ilgili bu hukuksuzluk ve iki yüzlülük bitene dek aynı soruyu tekrarlamaya devam edeceğim: “Ahmet Altan dosyasına ne oldu?”
Yazı: Çiğdem Koç / Ahval
https://ahvalnews.com/tr/ahmet-altan/ahmet-altan-dosyasina-ne-oldu