“Gıyabımda kaleme aldığınız mültefit makaleyi doğrusu hiç beklemiyordum.
Zira hatırladığım kadarıyla önceden bir karabet ve yakınlığımız yok idi. Bu durumda yazınızın değeri nazarımda bir misli daha arttı; zira iyilik, iyiliğe karşı yapılan bir şey değildir malumunuz; harbidir. Karşılıksız ve ivazsız ve o yüzden jestinizin, yazınızın kadrü kıymeti çok yüksektir nazarımda.
Kalbi şükranlarımı ve samimiyetimi kabul ediniz. Nasip olursa bu hislerimi bizzat rû be rû ifade etmek de isterim. Ahmet Turan Alkan“
Bir düşünürün iki şeye ihtiyacı vardır; birisi Decartik metedoloji diğeri ise Sokratik tevazudur.
Bu birkaç cümlelik mektupta onun ikisi de var.
Bu sütunda Ahmet Turan Alkan hakkında ifade edilenler “iltifat” değil bir yaşama, eserlerine, bilgiye ve belgeye dayanan tespitlerdir.
O yazı hiç yüz yüze gelmediğim bir insana birileri tarafından giydirilen deli gömleğine ve yapılan linçe karşı yürekten doğan itirazdı. Çünkü bizler “haksızlık karşısında susanı dilsiz şeytan” olarak niteleyen bir kültürden geliyoruz!
Zor zamanda konuşma özürlüler!
Bu topraklarda zor zamanda konuşmasını öğrenememiş insanlar yaşamaktadır. Bu yüzden buralarda hür iradesiyle yanlışa yanlış, zulme zulüm, hakka hak diyen adam üremiyor.
Vakti kadime ait olan Ebuzer’ler, Nefi’ler çıkmıyor ama şu mısraların sahibi olan yakın zaman şairi “Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denaettir\Köpektir zevk alan, sayyâd-ı bi-insâfa hizmetten” diyen Namık Kemal’ler de çıkmıyor.
Ahlakını egemenlere endekslemişler ülkesi olmaktan bu topraklar ne zaman çıkacak? Bilinmiyor.
Son zamanlarda bu ülkede sürüngen gibi güç odaklarına bağlı olarak bel omursuz yaşamak, el-etek öpmek yaygın davranış haline geldi. Güç odaklarına tapmak ezilenleri tepmek gelenekselleşti. Sırtına kene gibi yapıştıkları iktidarın tetikçisi, yağcısı ve yağdanlığı olmaktan insanlar onur ve gurur duyar hale geldiler.
Burada insanlar ne özgün ne de özgürler. İnanmadıklarını yazar, mütegallibeye biat eder, toplu sever toplu nefret ederler.
Güçlüyü övmek güçsüze sövmek gibi bir anlayış yaygınlaştı. Kral ölünce “yaşasın yeni kral” teraneleriyle çevreyi inletenlerin sayısı arttı. İnsanlar iktidar ve güç açlıklarını ancak böyle gideriyorlar. İnsanların neredeyse eğilmekten bel omurları, öpmekten çeneleri aşınır hale geldi. Bu toprakların insanları yarım yaşar, yarım düşünür, yarım yamalak konuşur sonuçta yarım ölürler.
Yüzde elli adalet en kötüsüdür!
Sürekli derisinin içiyle, çıkar eksenli düşünen, davranan ve arzu edenlerin “isteyen hayvan olarak” nitelendirilmesi de doğaldır. İnsanlar güdülerine, dürtülerine, arzularına bir de iktidara direnebildikleri ölçüde özgür olurlar.
Bu topraklar kula kul, ağaya uşak, şeyhe mürit, güç sahiplerine tetikçi olmak için birbiriyle yarışan insanlarla doludur. Bu durum zihnen, aklen ve ahlaken güçlü, kendine güvenen insan sayısının azlığından kaynaklanmaktadır.
Zayıf bireyler daha az belirsizliği, daha az riski, daha az rastlantıyı ve daha az bilinmeyeni tercih ederler. Zihnen güçlü, ilmen özgür olan bireylerin zalim/mazlum, haram/helal, iyi/kötü, doğru/yanlış, faydalı/zararlı konusunda tavırları nettir. Onlar her devirde adam olmanın bütün sıkıntılarını iliklerine kadar hissederler. Ahmet Turan Alkan da onlardan birisidir.
İlker Başbuğ’u “terör örgütü üyesi”, Ahmet Turan Alkan’ı “FETÖ üyesi”, Mümtaz’er Türköne’yi “darbeci” olarak nitelemek hukuk bir yana aklın bütün sınırlarını aşmak anlamına gelir.
Bir ülkede hukuk, yargı, özgürlük, adalet tam değilse orada gerçek anlamda özgür insan da yoktur. Adalet ya vardır ya da yoktur. Yüzde elli adalet, adaletin en kötüsüdür!
Kaynak: Yeniçağ
Yazı: Özcan YENİÇERİ
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ahmet-turan-alkanin-mektubu-47903yy.htm