Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan, İngiltere’de katıldığı Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (Chatham House) yaptığı konuşmada, cezaevindeki gazetecilerin, gazetecilik yaptıkları için ceza almadıklarını savundu.
Cumhurbaşkanı, ‘sözde bir gazeteci’nin çıkıp 254 gazetecinin Türkiye’de tutuklu olduğunu söylediğini anlattı.
“Böyle bir sayı yok” diyen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: “Bir diğeri de; tam aksine bunlar gazeteci falan değil. Terör örgütü bunların eline bir basın kartı tutuşturmuş ve bunlar terörist, bunlar bankamatik soyguncusu, affedersiniz silah bulundurmaktan yakalanmış vesaire… Ve ‘Biz’ diyor, ‘Böyle bir ülkeye nasıl gelelim…’ Yani yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış ya. Bu da Türkiye’yi tanımıyor ama orada bizi bastırmaya çalışıyor. ‘Çık gel benim misafirim olursun’ dedim.”
BİZ ŞAHİDİZ, CEZAEVİNDEKİLER GAZETECİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu ilk defa söylemiyor.
Cezaevindeki gazetecilerin sesinin duyulmasını engellenmek istediği için her zaman kullandığı tezleri bir kez daha yeniledi, fakat altını dolduramadı.
Kim banka soymuş, hangi gazeteci eline silah almış?
Gazeteciler, sözlerinden ve yazılarından dolayı tutuklandılar.
Fikirleri hapsedilmek istendi.
7 yıl 6 ay hapis cezası verilen gazeteci Emre Soncan bu durumu çok net özetledi; “Haberlerim, kitaplarım, düşüncelerim benim çocuklarımdır. Çocuklarımı istediler, vermedim.”
9 tane kitap yazan, yüzlerce makale yazan Ahmet Altan kimi öldürdü de müebbet cezası aldı. Darbeyi bir romancı mı yaptı?
Altan, savunmasında; bu durumun gülünçlüğünü açıkça ifade etti: “Birkaç yazımla, bir televizyon konuşmam dışında bu iddianamenin “darbeciliğimize” temel dayanak olarak sunduğu iddia şu: Biz, darbeyi yönlendirdiği iddia edilen adamları tanıdığı iddia edilen adamları tanıyormuşuz. Bu özetin sizin kulağınıza bile gülünç geldiğine inanıyorum ama suçladığı birkaç yazımla bir konuşmam dışında üstüne yerleştiği temel, bu garip ve gülünç iddia.”
8 kitabı olan ve ömrü akademisyenlik ve yazarlıkla geçen Ahmet Turan Alkan, hangi bankayı soydu ki müebbet ceza isteniyor. Bu durumu Alkan da savunmasında çok güzel ifade ediyor: “Evet, ben Ahmet Turan Alkan; Zaman yazarıyım, muhalifim. Evet, vaktiyle iktidarın canını sıktım, hâlâ da başını ağrıtıyorum anladığıma göre… Boğazımı kesen bıçağı yalamayacağım. Zalimden af dilemeyeceğim. Siyasetin memurlarına ‘n’oolur beni tahliye edin’ diye yalvarmayacağım.”
Hadi bu isimler, yazdı, söyledi, konuştu diyelim. Görsel tasarımcı Fevzi Yazıcı gibi isimler hangi suçu işledi?
Mustafa Ünal, Nazlı Ilıcak, Mehmet Altan, Şahin Alpay, Ahmet Böken, Yetkin Yıldız, Nedim Tüfent, Zehra Doğan derken liste uzar gider.
170’den fazla gazeteci içerde ve siz “bunlar suçlu” diyerek işin içinde çıkamazsınız.
Arkanızı dönüp gidemezsiniz.
Bu isimler boğazınıza takılır, yutkunamazsınız.
Devletin verdiği sarı basın kartı kimsenin umrunda değil. Hiçbir işe yaramayan kart, bir kişinin gerçek gazeteci olup olmadığını belirleyemez. Belediye otobüslerine bedava binmek dışında hiçbir işe yaramaz.
Devlet geri alsa ne olur almasa ne olur…
Jailed Journos olarak biz şahidiz, içerdeki insanlar gazeteci.
Biz ve herkes şahittir, bu insanlar gazetecidir.
Ve düşündükleri, yazdıkları için cezaevindeler.
Gazeteciler cezaevinde, bizim de yazmaktan, haklılarını kelimelere dökmekten başka yapacağımız bir şey yok.
Fakat kelimeler işte… Bir işe yaramıyor.
O halde son sözü Ahmet Turan Alkan’ın Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazasından sonra yazdığı “kelimeler”le ilgili sözleriyle bitirelim:
Kelimeler… Ne işe yararsınız siz? Kanat olabilir misiniz kanat? Kar araçlarına takılan demir palet olabilir misiniz icabında? Elinde minicik ilkyardım çantasıyla bir doktor, bir hemşire…
Ne işe yarıyor ki kelimeler?..