‘Terör örgütü üyeliği’ suçlaması ile 7 yıl 6 ay hapse mahkum edilen Soncan, mektubunda hapishane gecelerini anlattı.
İşte kapatılan Zaman Gazetesi muhabiri Emre Soncan’ın mektubu:
HAPİSHANE GECELERİ
Ay ışıksız hapishane gecelerinin hüzünbaz düşlerinde, ay ışığında dokunmuş saçları omuzlarına ışıl ışıl düşen sevgililer vardı.. Sevgililer gelmedi, belki de sevgililer hiç sevmedi..
Hapishane gecelerinin kıpırtısız sessizliğinde kimi zaman jandarma ışıkları, kimi zaman mahkum haykırışları vardı.. Islıklar da haykırışlar da karanlıktı; sessizlik hiç kıpırdamadı..
Hapishane gecelerinde akrep kadar yavaş ilerleyen nazlı mı nazlı yelkovanlar vardı; bir de üzerlerinde “tik-tak”lar yankılanan, dolap içlerine, pencere kenarlarına, defter aralarına iliştirilmiş eş, çocuk, anne, baba fotoğrafları.. Zaman yavaşladı, fotoğraflar ve çağrıştırdıkları anılar hızla uzaklaştı..
Hapishane gecelerinde; tek kanal çeken mecalsiz el radyosundan can havliyle yükselen cızırtılı aşk şarkıları vardı.. Şarkılar kulaklarda, aşklar dikenli tellerde asılıydı..
Hapishane gecelerinde kitaplar; kitapların içinde Nazım Hikmet’ler, Necip Fazıl’lar, Turgut Uyar’lar, Yakup Kadri’ler, Peyami Safa’lar, Dostoyevski’ler, Orhan Kemal’ler, Zweig’lar, Puşkin’ler, Orhan Pamuk’lar, Ahmet Altan’lar, Hasan Ali Toptaş’lar, Necati Cumalı’lar, Pınar Kür’ler, Kemal Tahir’ler, Sabahattin Ali’ler, Namık Kemal’ler, Şemsettin Sami’ler; hatta Sami Paşazade Sezai’ler, Ahmet Mithat Efendi’ler, Nabizade Nazım’lar vardı.. Hepsini okumak çok güzeldi ama hapis yatan yazarlarla kurulan duygudaşlık bir başka güzeldi..
Hapishane gecelerinde hikayeler vardı. Sigara dumanlarının arasından koğuş arkadaşlarına; kapı altlarından, mazgal deliklerinden komşulara anlatılırdı.. Her mahpusun bir hikayesi vardı, her mahpusun kendisi bir hikayeydi..
Hapishane gecelerinde; kucaklanmayı bekleyen, okşar diye belki biri başını usulca öne eğilmiş kimsesiz, biçare, yapayalnız, dargın, üzgün, küskün, sitemkar hayaller vardı.. Hayaller en az gerçekler kadar acıklıydı..
Hapishane gecelerinde; dokuz adımlık havalandırmayı aydınlatmaya çalışan duvar lambalarının cılız beyaz ışıkları, saçlardaki aklara akardı.. Lambalar her gece yandı; her gece bir tel, ak ak siyahların arasında parladı..
Hapishane gecelerinde; yolunu kaybetmiş, şaşkın, şaşkın olduğu kadar mahzun umutlar vardı.. Yalpaladılar belki, eğri büğrü adımlar attılar ama yürümekten hiç vazgeçmediler.. Koştular hatta, belki de uçtular.. Kötü adamlar, umutları çarmıha geçirdiklerini sandılar; halbuki umutlar çoktan göğe yükselmişlerdi..
Hapishane gecelerinde; yüzlerde mahcup tebessümler, boğazlarda kalan ukdeler, yüreklerden boşalan avuç avuç feveranlar vardı.. Dışlanmış, linç edilmiş, yasaklanmış, azarlanmış, horlanmış boynu bükük ideallerin üzerine demir parmaklıkların kahverengi gölgesi düşerdi.. Hapishane geceleri koyu kahverengiydi..
Hapishane gecelerinde; kulaktan kulağa, zihinden zihine, kalpten kalbe gezinen temenniler vardı, özgür bir memlekete dair.. Olduğunuz yerde memleket vardı, olmadığımız yerde özgürlük.. Hapishane memleketti.. Memleket özgürlükten daha kıymetliydi..
Emre SONCAN/Silivri Hapishanesi, Eylül 2018