Gazeteci Ayşenur Arslan, medya üzerindeki baskıya dikkat çekerek, “Medya korkunç bir dönemden geçiyor” diyor ve ekliyor: “Hiçbir şey olmazsa, dumanla anlaşacağız, kusura bakmasınlar…”
“Bazen susmak en güçlü feryattır. Medya mahallesinde artık yolun sonuna gelmiş bulunuyorum. Ben Türkiye’nin geldiği noktada, 146 gazetecinin cezaevinde olduğu bir ülkede ‘mış gibi’ yapamayacağım. Normalmiş gibi yapamayacağım. Susarak bağırıyorum. Hoşçakalın” diyerek 2 yıl önce televizyondaki programına son veren gazeteci Ayşenur Arslan, kamuoyu tarafından Hüsnü Mahalli’nin tutuklanmasının ardından verdiği bu demeçle tanınsa da, O, medya baskı tarihinde 2011 yılında CNN Türk’deki programında Roboski Katliamı’na dair haberi yayınladığı için yöneticilerin reji odasını basmasının ardından CNN’deki işinden istifa ederek damga vuran bir gazeteci.
“Uzun yıllar haftanın 7 günü çalıştım, hiç yorulmadım” diyen Ayşenur, medyanın en baskı altında olduğu yıllardan geçildiğine dikkat çekerek, “Medya korkunç bir dönemden geçiyor” diyor. Ayşenur, “içerden aldığım bilgiye göre” diyerek, Doğan Medya’nın Demirören Grubu’na satılmasının bizzat AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tercihi olduğunu da söylüyor.
Ayşenur ile medya, kadın gazeteciler ve yaklaşan seçimler üzerine söyleştik.
*Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satılması sizi şaşırttı mı?
Doğan Medya Grubu’nun satışı aslında herkesin bildiği bir sırdı. Yıllardır konuşuluyordu. Seçim ufukta görününce, hızlandırıldı, satış zamanı, seçim zamanına göre paralel yürütüldü. Bana içerden gelen bir bilgiyi paylaşayım. Ben de yeni öğrendim. Doğan Medya Grubu’nun satışı ile ilgili birden fazla talip vardı, adaylar vardı. Kimin alacağına dair gruplar arasında Demirören Grubu’nun almasına karar veren doğrudan doğruya Erdoğan oldu. Yani Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satışında düğmeye basılan yer Saray’dır.
*Seçimle ilgili olarak bilinçli bir satış planlaması mı?
Bugün, gazeteler baskı altında. Birçoğu ülkeyi terk etmiş durumda. Erdoğan’ın Ahmet Şık ve Nedim Şener operasyonunu bizzat yönettiği Ahmet Sever’in kitabında var. Cumhuriyet bunu manşet yaptı. Bu başka nerde manşette olur? Tabi ki medyayı kontrol altına almak, kontrol altına alamadıklarını da ezmek yok etmek istiyor. Ama sürpriz… Her şey istediğiniz gibi olmuyor. Ayşe hanım, Mehmet bey, Fatma hanım, ekonomik verileri ayrıntılı bilmeyebilir ama akşam yemeğine kıyma koyamayınca ekonominin durumunu çok iyi bilir. Ekonominin kötü gidişatını medya bir yere kadar gizleyebilir, zaten sosyal medya üzerine düşeni yapıyor. Muhalif medya ki ben ona muhalif demiyorum, gerçeğin peşindeki medya sınırlı olsa da anlatıyor gerçekleri. Hiçbir şey olmazsa, dumanla anlaşacağız, kusura bakmasınlar…
Toplum kutuplaştığı gibi medya da kutuplaşıyor. Özellikle gazetecilerin muhalif isimleri hedef gösterdiği bir dönemdeyiz….
İlerde işler değişince, Ahmet Hakan’ın benden daha itibarlı bir isim olmasına, şaşırmam. Çünkü, artık, medyada tecrüben ile yabancı dil bilmen ile bilgin ile değil, dönme konusundaki kabiliyetinle bir yerlere gelebiliyorsun. En önemli tecrübe dönme konusundaki hızınla ilgili. Dönme ve döndüğün yere hemen adapte olabilme meselesi. Bu kolay değil, bunu yapmak özel bir karakter ister. Ben her dönem, yani işler değiştiğinde de, muhalif olurum, yine bir takım insanlar benden hoşlanmaz. Ama Ahmet Hakan itibarlı bir gazeteci olarak yoluna devam eder. Her devrin adamlarını çok gördük umuyorum ki, bu kadar çirkin, korkunç baskı dönemini bir daha görmeyiz. Bir daha böyle bir dönem yaşanmaz. Önümüzdeki dönemin, medya açısından daha umutlu ve iyi olmasını temenni ediyorum.
Tayyip Erdoğan gitmezse, arkasına yine parlamenter gücünü alırsa o zaman tek tip elbise giyeceğiz; Ama içerde ama dışarda. Ama tek tip elbise giydirmeye çalışanların akıbetini de tarih yazdı.
*Medya açısından bakıldığında, baskı koşulları açısından en kötü dönem diyebilir miyiz?
Evet en kötü dönem. 12 Eylül sonrası içeri atılmalar, baskı şiddet olmuştu ama onun geçici bir dönem olduğunu biliyorduk. Toplum desteği çok sınırlıydı 12 Eylül’de. Dolayısı ile biz geçici olduğunu biliyorduk, direnebiliyorduk. Şimdi, Türkiye’nin yarısına yakınının Erdoğan’ın arkasında olduğunu biliyoruz. Bu, Erdoğan’ın iktidarda olması kadar acı bir şey. Ben katiline hayran olanları anlamakta güçlük çekmekle birlikte, anlamlandırabiliyorum. Ama umarım bular da geçecek. Biliyorsunuz, bazı insanları her zaman, bütün insanları da bazen kandırabilirsiniz; ama bütün insanları her zaman kandıramazsınız.
*Kadın gazetecilerin görünürlüğü meselesine nasıl bakıyorsunuz?
Ben, bu kadın temsiliyeti meselesine çok farklı bakıyorum. CNN’e bakın NTV’ye bakın. NTV’nin başında kadın var. Ekonomiyi sunanlar kadınlar, ama nasıl kadınlar, onlar neresi kadın? Etek giyince kadın mı olunuyor? Kadın olmak başka bir şey. O cinsiyetin verdiği armağan olan hayatı yaratmakla eş değerdir. Siz Ali İsmail’in ölümüne ses çıkarmayacaksınız, onun katillerini alkışlayacaksınız, ‘ sonra ben kadınım diyeceksiniz.’ Hadi canım siz de. Ahmet hakan yerine güzel bir kadın sunuyor Kanal D haberi. Ne farkı var? Tansu Çiller kadın mı yani?
*İletişim Fakültesi öğrencilerini nasıl buluyorsunuz?
Gazetecilik tam anlamı ile adanmışlık istiyor. Gazetecilik bir yönü ile sanat gibidir. Sahnede nasıl duracaksın vs… Bilgi yetmez, bilginin yanına yetenek de eklemek lazım. Onun yanına tutku, adanmışlık gerekiyor. Bunu yapmıyorsanız, gidin başka işler yapın. Ben haftada 7 gün çalıştım, maddi olarak çok zor koşullarda da çalıştığım oldu. Hiç şikayet etmedim. Gazetecilik için her türlü bedeli ödedim, bu bedeli ödemeye hazır olmak gerekiyor.
*Seçim ve medya ilişkilerine gelirsek…
7 Haziran’da coşku yoktu, 8 Haziran’da oldu coşku. Herkes temkinliydi. Evet, 7 Haziran sonuçları hem bize hem Erdoğan’a sürpriz oldu. Ben hem sokakta hem çevremde hissediyorum. Herkes sandığa gitmeli, oy kullanmalı ve sandığı korumak zorunda. Bunu hissediyorum yeniden aynı umudu taşıyorum. Umarım umutlarım gerçekleşir.
Muharrem İnce’nin de tepkileri var medyaya?
Haklı tepkiler. ‘Beni ekrana çıkarmazsanız, gelip binanızın önünde miting yaparım’ demek, tehdit oldu. Yandaş medya Muharrem İnce’den istediğini alamadı. Çünkü artık herkes her şeyi görüyor.
*Peki, HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş’a yönelik sansürle ilgili tepkiniz nedir?
İktidar o konuya hiç girmiyor, hali ile medya da girmiyor. Çünkü açıklayamıyorlar. Ne ülke içinde ne de dünyada açıklayamıyorlar. Bu nedenle de susuyorlar. Erdoğan cezaevi ile ilgili ‘Ben sıramı savdım’ dedi. Erdoğan bahçesinde mangalların kebap yapıldığı, misafir kabul edildiği bir yerde kaldı, bunu cezaevinde kalmak sanıyor. Selahattin Demirtaş gibi mi kaldı? Enis Berberoğlu da öyle. O kadar çok hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde, cezaevinde yatanlar varken, kendisini bununla kıyaslaması ayıp. En yakınındaki isimlerden kendi kara kutularından öğrendik nasıl bir cezaevi hayatı olduğunu Erdoğan’ın. Selahattin Demirtaş’ın tutuksuz yargılanması hatta hiç yargılanmaması gerekiyor. Meral Akşener bile Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiğini söyledi. . Bu konuyu toplumun konuşmasını pek istemiyorlar. Selahattin’i her an serbest bırakabilirler.
Selahattin’in tutukluluğunu dünyada anlatamıyorlar, Londra’da bile Erdoğan’a sordular. Umarım en kısa zamanda serbest bırakılır, hep birlikte seviniriz.
(Kaynak: Evrim Kepenek/jinnews http://jinabone.xyz/GUNCEL/content/view/83938)