“P24’e haftalık ‘basın tarihi’ yazıları yazmak için sınırları geniş tutulmuş zaman diliminde hafıza tazeleme temrinlerini yaptığımı” söyleyerek başladığım ilk yazım 2 Ağustos 2016 tarihinde yayımlanmış.
Her hafta düzenli bir yazı yayımlamışım. Ancak bu gayret altı hafta sürebilmiş.
Ali Suavi’nin yaşam öyküsünü anlattığım “Saray Gazetecileri ve Saray Muhalifleri” başlıklı yazım 6 Eylül 2016 tarihinde yayımlanmış.
10 Eylül’de gözaltına alınıp, 22 Eylül’de tutuklanmışım. Basın tarihi yazayım derken kendim de basın tarihinin bir parçası olmuşum.
Hapiste kaldığım 21 ay boyunca “basın tarihi” köşesi boş, beyaz ve sessiz kalmış.
***
Basın tarihi yazılarına yeniden can verme amacıyla son yazıma yeniden göz attım. Ali Suavi’nin garip ve trajik yaşamını tekrar okudum.
Daha kırkına bile gelmeden yaşamını çılgınca yitirdiği 20 Mayıs 1878 yılına geri döndüm.
Çünkü yaşamım iki yıl zoraki bir kesintiye uğratılmış olsa da kaldığım yerden devam etmek istedim.
***
II. Abdülhamit 1876’da V. Murat’ın yerine tahta geçmiştir. İki yıldır iktidardadır ve 1876 Anayasası’na bağlı kalacağına yemin etmiştir.
1876 Anayasası Komisyon Başkanı Mithat Paşa’dır; Ziya Paşa’yı da bu komisyona almıştır. Namık Kemal de Danıştay üyeliğine atanmıştır, ayrıca yeni kurulan Tercüme Kurulu’nun da Ziya Paşa, Ebuzziya Tevfik ve Ali Suavi ile birlikte üyesi olmuştur.
***
1864 Matbuat Kanunu’nu yetersiz bulan Mithat Paşa, daha çağdaş ve ileri bir basın yasası hazırlamış, bu tasarı Meclis-i Mebusan’da kabul edilmiş ama hiçbir zaman uygulanamamıştır.
Bırakın uygulamayı, bir zaman sonra Abdülhamit, Mithat Paşa’ya basına ağır bir baskı uygulamasını ve İstikbal ile Vakit gazetelerini kapatmasını emretmiştir.
Padişah özgürlükler için zamanın erken olduğu fikrine geri dönmüştür. Abdülhamit’e göre halk saftır ve onu zehirleyebilecek her şeyden halkı korumak gerektir.
***
Bu topraklarda özgürlüklerin bir yarış atı gibi hızını artırarak koşmasına hiçbir zaman olanak verilmez. Sağda solda, zulalarda, satır aralarında, mevzuatın bilumum gizli saklı köşelerinde mevcudu hızlıca ve sertçe gemleyecek her türlü tedbir saklıdır.
Bu toprakların ilk anayasası da böyleydi…
***
1876 Anayasası’nın 12’nci maddesi “basın yasalar çerçevesinde serbesttir” hükmünü getirmiştir. Bu, zaten kendi başına sorunlu bir tanımdır ama aynı anayasanın 113’üncü maddesi Sultan’a bir de gerekli gördüğünde sıkıyönetim ilan etme ve devlet güvenliği bakımından zararlı görebileceği kimseleri yurt dışına sürgün etme yetkisini vermektedir.
Anayasa’nın 36’ncı maddesi ise parlamentonun açık olmadığı zamanlarda Bakanlar Kurulu’nun çıkaracağı geçici kanun hükmünde kararnamenin kanun yerine geçeceğini belirtmektedir.
***
II. Abdülhamit, 20 Eylül 1877’de sıkıyönetim ilan etmiş, 113’üncü maddeye dayanarak, dış tehlikeleri öne sürüp, 14 Şubat 1878’de parlamentoyu kapatmıştır. Bunu, siyasal koşulların elverişsizliğini göstererek bağlı kalmaya yemin ettiği anayasayı askıya alması ve Meclis-i Mebusan’ı feshetme izlemiş, başta Mithat Paşa olmak üzere parlamenter rejimi ve basın özgürlüğünü destekleyen çok sayıda mebus ve gazeteci sürgüne gönderilmiştir. Bu dönem, parlamenter siyasal yaşamı ve buna bağlı olarak basın özgürlüğünü savundukları için yurt dışına kaçan veya sürülen aydınlar dönemi de olmuştur.
Böylece 1878-1908 yılları arasında sürecek olan “İstibdat Rejimi”, basın ve aydınlar için kara yıllar olmuş, olağanüstü bir baskı dönemi başlamıştır.
***
Süreç, Avrupa’dan gelen gazete, dergi ve kitapların denetlenmesiyle hareketlenmiş, mizah ve karikatür dergilerinin yayımlanmasının yasaklanmasıyla sürmüştür. İstibdat Rejimi, basın sansürü, basına konan yasaklar, kitapların yakılması, gazetelerin kapatılması, çıkar sağlanarak jurnalciliğin özendirilmesi, yabancı basının satın alınması ve yabancı ülkelerle haberleşmenin engellenmesi ile devam etmiştir. Gene bu dönemde, yayımlanmasına izin verilen gazetelerin sahip ve yazarlarına özel çıkarlar sağlanarak baskı yönetimini onaylayıcı yazılar yazdırılmıştır.
II. Abdülhamit’in bir başka kayda değer yasağı da gazetelerde “tahttan indirme, savuşturma, anayasa, özgürlük, vatan, eşitlik, Bosna, Hersek, Girit, Kıbrıs, Makedonya, Yıldız, Büyükburun, Murat, istibdat, uluslararası, veliaht, cumhuriyet, milletvekilleri, ayan azası, bomba, Mithat Paşa, Kemal Bey, devrim, grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamit, infilak ve kargaşalık” sözcüklerini yasaklatmasıdır.
***
Gazetelerin kapatılması ve gazetecilerin sürgün edilmesine neden olan Kararname-i Âli’nin basını susturmak için yeterli gelmemesi üzerine, 11 Mayıs 1876 tarihinde yeni bir kararname yayımlanarak basına daha ağır sansür uygulaması hayata geçirilir.
Sadrazam Mahmut Nedim Paşa tarafından yayımlanan Kararname-i Âli’de kısaca şöyle denilir: “Osmanlı basınında çıkan yazılara hükümet gerekli dikkati göstermiş ve çoğu zaman gazeteleri süreli veya süresiz olarak kapatmışsa da basın inzibat altına alınamamıştır. Bunun için gazetelerin baskıdan önce denetimine karar verilmiştir. Bu karar da geçicidir…”
***
Şemseddin Sami
Basiret gazetesi, sansür kararnamesini yayımladıktan sonra, altına “matbaamızın makinesi kırıldığından birkaç gün gazetemizin neşrine muktedir olamayacağımızı müşterilerimize ilan ederiz” diye yazarak sansürü protesto eder.
Sabah gazetesi de ilk gün, sansürün yasakladığı yazıların yerlerini boş bırakarak yayımlanır…
Gazete, iç ve dış haberleri genellikle ikinci ve üçüncü sayfalarında verdiği için bu sayfaların yarısının yazısız çıkması, okurlara sansürlenen haberlerin içeriğini açıkça gösterir.
Gazetede sansürlenen yerlerin beyaz bırakılarak yayımlanması yöntemini dünyada ilk kez uygulayan gazeteci Sabah gazetesi başyazarı Şemseddin Sami’dir.
Sabah, sansüre farklı bir şekilde direnen ilk gazete, Şemseddin Sami de ilk yazar olur.
***
Sansüre karşı basın tarihinde görülmemiş bir direniş biçimi yaratan Şemsettin Sami çok yönlü bir aydındır.
1850’de köklü bir Arnavut ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen Sami, daha 22 yaşındayken birçok eleştirmenin “ilk Türkçe roman” olarak kabul ettiği Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı yazdı.
26 yaşında Mihran Efendi Nakkaşyan’la birlikte Sabah gazetesini çıkardı. Gazete büyük bir başarı kazanarak o güne dek görülmemiş satış rakamlarına ulaştı.
***
İlk eğitimini aile geleneğine uygun olarak bir Bektaşi tekkesinde alan Sami’nin olağanüstü bir dil yeteneği vardı. Tam yedi dil konuşuyordu.
Kamûs-ı Fransevî isimli Fransızca sözlükle Kamûs-ı Arabî isimli Arapça sözlüğü kaleme aldı.
Robinson Cruose’yi ve Sefiller’i Türkçeye çevirdi.
***
Bilgili olduğu kadar çalışkan da olan Şemsettin Sami, Kamûs-ül Alam isimli altı ciltlik ansiklopedisini de on yılda tamamladı.
Daha sonra da kendini tamamen Türk dili araştırmalarına verdi.
***
Sansüre karşı daha önce görülmemiş bir direniş biçimi gösteren, el attığı her dalda donanımı ve çalışkanlığı ile başarıya ulaşan bu yazar, hayatın Saray etrafında başlayıp Saray etrafında bittiği o dönemde “bağımsızlığını” koruyamadı.
1880’de Abdülhamit’in isteği üzerine Saray’a alınarak Teftiş-i Askerî Komisyonu’nun kâtipliğine getirildi.
Ölümüne kadar bu görevde kaldı.
***
Son 150 yılda bütün dünya değişti.
İmparatorluklar parçalandı, devletler kuruldu, devletler kayboldu, insanlar at arabasından uzay araçlarına fırlayan bir teknolojik patlamadan geçti, hayat biçimleri büyük farklılıklar sergiledi, müthiş bir iletişim devrimiyle dünya küçüldü.
Ama bütün bu değişim içinde Türkiye’de baskı, sansür, yasak neredeyse hiç değişmedi.
“Baskı” konusunda ürkütücü bir istikrar hep korundu.
Aydınlar çoğunlukla hep cezalandırılarak, bazen de ödüllendirilerek susturuldu.
***
Türkiye’de tarih tekerrür etmiyor.
Daha garip bir şey oluyor.
Tarih olduğu yerde donmuş gibi, sanki hiç kıpırdamıyor.
Yazı: Mehmet Altan, P24