Geçen üç yazıda Zaman Davasında duruşma savcısı Cem Üstündağ’ın esas hakkındaki mütalaasında gazeteci sanıklarla ilgili iddialarını ele aldım. Bugünkü yazıda Zaman çalışanları ve yöneticileriyle ilgili suçlamaları değerlendireceğim.
Savcı şunları iddia ediyor:
‘Fettullahçı medya grubunun asıl niyetinin ortaya çıkmasından sonra
(1) bu yapıya yönelik adli ve idari denetimin arttığı,
(2) örgütün güdümündeki malvarlıksal değerlerin kamunun mülkiyetine geçmesine engel olmak isteyen yayın organlarının yöneticisi ve çalışanı olan örgüt üyesi bir kısım sanıkların bunun engellemek amacıyla ortada hiçbir ticari ihtiyaç yokken muvazaalı satışlarla şirketlere ait malvarlığın 3. kişilerin üzerine aktarma yoluna gittikleri…’
Bu iddiaların ortaya atıldığı ilk günden itibaren Zaman grubunun eski yöneticilerinden aldığımız bilgiler ışığında yorumlayalım.
İdari denetim
Savcının cümlesinin ilk kısmı, Zaman grubuna adli ve idari denetimin arttığı çok doğru. Özellikle 2012 yılından itibaren gazete binasına adeta karargah kuran vergi müfettişleri, 1 yıla yakın araştırmaları sonucu dişe dokunur bir usulsüzlük bulamamışlar. Hatta bir gün işen ayrılan birinin ihbarı üzerine 10 kadar SGK müfettişi gazeteye baskın yaparak çalışanların bulunduğu açık ofislere dalıp tek tek kimlik kontrolü bile yapmışlar. Bir sigorta denetiminden çok taciz amaçlı yapılan bu baskından bir sonuç çıkmamış elbette.
Erdoğan’ın Cemaati açıktan hedefe koyduğu 17 Aralık’tan sonra meydanlarda ‘bunların gazetelerini almayın’ demesinden itibaren durumdan vazife çıkaran yakın çevresi işi gücü bırakıp ‘Zaman’ı nasıl çökertiriz’e kafa yormaya başladı. O günlerde ortaya saçılan ses kayıtlarında bu açıkça görülüyordu. Erdoğan’ın danışmanı Mustafa Varank’ın, Baçbakan’ın özel kalemi Hasan Doğan’la yaptığı görüşmede ‘… bunları maliyeden şey yapmak lazım. Kaç gösteriyor kaç vergi ödüyor..’ Daha Doğan Grubu medyasında deneyip sonuç aldıkları yöntemi Zaman için de kullanmak istiyorlar. Erdoğan’ın Eylül 2008’de Doğan grubu gazetelerini aynı şekilde hedefe koyarak ‘bunların gazetelerini almayın’ demesinden hemen sonra Aydın Doğan’ın şirketlerine çöken vergi müfettişleri 4 milyarlık ceza kesmişlerdi. İşte Aydın Doğan’ın, mecburen iktidarla uzlaşmayı seçip gazeteciliği bıraktığı gün o gündür.
Erdoğan’ın sözlerine pek itibar etmeyen Zaman okurları gazetelerini almaya devam edince başka yöntemler uygulamaya başladılar. Hedef gelir kaynaklarını yok ederek ekonomik yoldan çökertmekti. Ve Erdoğan bunda büyük ölçüde başarılı oldu. 2014 ortalarından itibaren reklam verenler ve reklam ajanslarına uygulanan baskı neticesi reklam gelirleri hızla düştü. Gazete okurlarını terörist olarak yaftalamaya başlayınca tiraj da aynı şekilde azaldı. Gazetenin personel sayısını aynı oranda azaltamayınca gelir gider dengesi bozuldu. Şirket mevcut durumda zarar eder hale geldi.
Adli denetim
2014 yılı sonuna gelindiğinde idari tedbirler yetmemiş, adli tedbirler devreye sokuldu. Gazetenin genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı 14 Aralık 2014’te gözaltına alındı, hakkında yeterli suç şüphesi olmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı. Gazete Erdoğan’a biat etmeyip bildiği gibi gazetecilik yapmaya devam edince 2015’in Eylül ayında Dumanlı hakkında yakalama emri çıkarıldı, gazete binasının etrafı sivil polislerce kuşatıldı. Today’s Zaman’ın yayın yönetmeni Bülent Keneş bu süreçte gözaltına alınıp tutuklandı ve itiraz üzerine serbest bırakıldı. Başka gazetecilere de onlarca dava açılmış ve hapis tehditleri başlamıştı.
Gelirler iyice düşünce maaş ödeme sıkıntısı baş gösterdi. Kasasında nakit azaldı. Zaten son 2 yıldır banka hesaplarında iki aylık giderlerini karşılayacak nakdi hiç olmadı. Bankasya dahil hiçbir banka kredi vermedi.
Varlığını sürdürebilmek için çareler arayan Zaman yönetimi mülklerini satmak yoluyla çıkış aramaya başladı. Ancak son derece kıymetli gayrimenkulleri kimse almaya cesaret edemiyordu. Sonunda yakın zamanda Belçikalı bir şirket tarafından satın alınan Cihan Medya Dağıtım adlı Zaman’ın dağıtıcı şirketi gayrimenkulleri satın alarak kira karşılığı Zaman’a kullandırmaya devam etti.
İşte bugün Zaman davasında yargılama konusu olan işlemler bunlar. Devletin bütün gücünü kullanarak bir medya şirketini yok emek istemesi sonucu ayakta kalma mücadelesi silahlı terör suçu olarak karşımıza çıktı bugün!
Gelelim Savcı Üstündağ’ın iddiasına. Aslında bir itirafta bulunmuş Savcı bey mütalaasında. ‘Örgütün güdümündeki malvarlıksal (ne demekse) değerlerin kamunun mülkiyetine geçmesi’nden bahsetmiş. İddiaya göre malvarlıklarının paravan şirketlere devredilerek devletin el koymasının önüne geçilmek istenmiş. Böyle bir şey mümkün mü?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ‘Basın Araçlarının Korunması’ başlıklı 30 maddesinde, ‘Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.’ yazar. Dolayısıyla herhangi bir basın organının basımevi ve eklentileri ile basın araçları müsadere edilemeyeceğine göre, bu basın araçlarının paravan şirketlere satılarak mal kaçırmaya çalışmak da hukuk dışı bir iddiadır. Zira hukuken zapt edilmesi ve müsadere edilmesi mümkün olmayan bir malı hangi amaçla kimden kaçıracaklar.
Ayrıca mal kaçırma olsa gizli gizli iz bırakmadan yapılması gerekir. Bütün işlemler resmî kurumlar nezdinde yapılmış ve bu satışlardan doğan vergiler son kuruşuna kadar devlete ödenmiş. O gün bu işlemleri yapan Zaman grubu yönetimin alım satım yetkisi var mıydı vardı?
Anayasa ve kanunları çiğneyerek gazete ve televizyonlara el koyan devlet, hayatında kendi adına şirket yönetip herhangi bir başarı göstermemiş, çoğu zaman da batırmış olan kayyımlara teslim ettiği şirketleri ya batırdı ya da kapattı. Kayyımları işledikleri her suçu örtbas etmek için ilave yasalar çıkararak onlara dokunulmazlık sağladı. Yetmedi OHAL KHK’larıyla yeni zırhlar getirdi.
Bugün bu şirketleri tamamen yasalara uygun olarak yönettikleri halde 21 aydır tutuklu yargılanan yöneticiler, işlerini doğru yaptıkları için adliyenin yolunu bile bilmeyen çalışanlar, gazeteciler ve yazarlar bir gün sırf bu yüzden silahlı terörden yargılanacaklarını akıllarından geçirmediler.
Ya bu gazete ve televizyonlara el konulmasını emreden iktidar, bu el koymaya aracılık eden savcılar, el koyma kararı veren hakimler, bu şirketleri kötü yöneterek batıran, yasaları çiğneyerek onlarca mali suç işleyen kayyımlar… bunca suçun hesabının bir gün sorulmayacağını mı zannediyorlar? Bütün suçlar gözümüzün önünde işlendi. Hepsi kayıt altında. Ve bir gün bütün defterler açılacaktır. Ama bu dünyada ama öbür dünyada…